27 Nisan 2014 Pazar

Demokrasi

İlkokul dönemim. Hocamız demokrasinin ne kadar güzel bir yönetim şekli olduğunu anlatmamızı isteyen bir yazı yazmamızı istemişti. Biz de orman ne güzel ne güzeldir, tadında bir şeyler yazmıştık. Neler yazdığımı hatırlayamıyorum ama kendimi iyi şeyler yazmak için ne kadar kastığımı hatırlıyorum. Tabi o zaman pek anlam verememiştim bu zorlanmaya. İnsan demokrasiyi överken niye zorlanır lan?

Şimdi daha iyi anlıyorum neden o kadar zorlandığımı. Demokrasi dediğin şey aslında bir seçim özgürlüğünü gerektirir. Hatta günlük hayatta da bazen bu anlamda kullanırız bu kelimeyi öyle değil mi? Misal baban sana "ya ekmek almaya git, veya ekmeği ben alayım da sen de annene yardım et" dediği zaman sonuna da şunu ekler kimi zaman: "bak ben demokratik bir insanım". İşte o gün yazdığım yazıdaki temel sıkıntı da buydu herhalde. Seçim şansı bırakmamıştı ki hoca bana. Demokrasinin iyi bir yönetim olduğunu yazdırmak nedir lan bacak kadar çocuğa? İşte sevgili günlük, her fırsatta diyoruz ya bu millet neden ilerlemiyor diye. Tamam lan suratını ekşitme hemen, biliyorum her gün ortalama iki milyon üç yüz kırk iki bin kişi tarafından tartışılıyor bu. Ama sözümü bitirmeme izin ver gözünü seveyim. İşte diyorum ki geri kalmışlığımızın bizden kaynaklanan tek bir sebebi olsaydı eğer, ben işte bunun sebebinin bizim toplumun bu dayatmacı kafa yapısı olduğunu söylerdim. Demokrasi gibi dayatmaya karşı durması gereken bir rejimi bile dayatıyoruz insanlara, bundan daha manyak bir dayatmacılık şekli olabilir mi oğlum lan?

İşte bu dayatmacılık sinirimi bozmuştu galiba. Çünkü sonraki dönemlerde de demokrasiye yerli yersiz bir kin beslemeye başladım. O dönem başımızda Bülent Ecevit gibi demokratik bir lider vardı. Demokratik olmasına demokratikti ama adam çok güçsüz görünüyordu benim gözüme. İtalyanlar Abdullah Öcalan'ı bize vermeyi reddettiğinde istiyordum ki başbakan çıksın ağzına geleni söylesin. Ama olmuyordu işte. Çocuk aklımla Ecevit'e de demokrasiye de notunu vermiştim. İkisi de alabildiğine güçsüzdü. Belki de kuklaydılar bile. Emperyalist güçlerin (bu kelimeyi de o dönemlerde vatandaşlık dersi öğretmenimden öğrenmiştim) oyuncaklarıydılar belki de. O halde demokrasinin savunulacak nesi vardı ki? Önemli olan bizim iyi yönetilmemiz değil miydi? Becerikli ve milletini seven insanlar tarafından yönetiliyorsak bu adamın nasıl başa geçtiğinin ne önemi vardı ki? Yani benim anladığım şey oydu ki, demokrasi oldukça yavaş bir yönetim şekliydi. Bizim bu yavaşlıkla muasır medeniyetler seviyesine erişmemiz çok zordu. İşte sevgili günlük, çok sonradan öğrendim ki benim bacak kadar boyumla düştüğüm bu yanılgıya, bazı askerler de düşmüş zamanında. Şimdi biz o insanları yaptıkları darbe ile hatırlamaktayız. Daha da kötüsü, aynı kafa yapısını bugünün Akp seçmeninde de çok sıklıkla görebiliyoruz sevgili günlük. Eh ne diyelim, iyi ki sonradan bu düşüncem değişmiş.

Fazla kafa karıştırmaya gerek yok. Demokrasi kısaca halkın yönetimi demektir. Kelime anlamı da budur zaten. Ama nasıl yani? Halkın yönetimi de ne ola ki la? Aslında çok basit b'oğlum. Ama nedense bir kesim bunu inatla anlamamaya çalışıyor herhalde. Halk dediğin vatandaş. Normal vatandaş işte. Bürokrat Nedim bey, Şair Leyla Hanım, Çoban Hilmi, Ahmet, Ayşe, Fatma, hatta fahişelik yaparak para kazanan Okşan. Hah senin de aklına "dağdaki çobanla benim oyum bir mi" diyen Aysun Kayacı geldi di mi lan? Haklısın, işte o kadın da anlayamamış demokrasinin ne olduğunu. Veya anlamış da sindirememiş pek. Oğlum azıcık yaklaş da sana bir sır vereyim, hani şu "makarnacı, kömürcü" diye zevzek zevzek seçim muhabbeti yapanlar var ya; hah işte onlar da özümsemiş değiller demokrasiyi. Çünkü Tanrı'nın seçtiği kişi olduğunu düşündüğü için devletin başına çöreklenmekle, diğer insanlardan daha bilgili olduğunu düşündüğü için bir tek kendisinin oy kullanabileceğini ya da kendi oyunun daha değerli olduğunu düşünen adam arasında mantık olarak pek bir fark yoktur.

Peki bu halk nasıl yönetir ki ülkeyi? Haaa, işte zurnanın zırt dediği yer de orası be günlük. Hakikaten nasıl yönetir halk koskoca ülkeyi? Meclise 70 milyon insanı sokacak halimiz yok değil mi? E onun da kolayı var, halk temsilciler seçer kendi aralarında, bunlar halk adına karar verirler. 5 sene de bir de seçimleri tekrarlarız al sana on numara demokrasi.

Mi acaba? Bence o kadar basit değil. Keşke o kadar basit olsaydı. 550 vekil seçiyorsun panpa. Kaçını tanıyorsun? Kaçına bırak seni temsil etmeyi, senin kaderini tayin etmeyi; hırsızlık, yolsuzluk yapmayacağına kefil olacak kadar güvenebiliyorsun? Zeyid Aslan'ı seçenler mesela, çok mu seviyorlar ki onu? Vallaa ben adamı ne zaman haberlerde görsem ya birine tablet atmış, ya gazeteciye laf atmış. Eli dursa ağzı durmuyor adamın. Halk bu adamı çok mu beğeniyor? Biliyorum günlük, çok klişe bir şey söyledim. Seçtiğiniz adamları tanımıyorsunuz diyorum falan. Ama daha büyük bir sıkıntı var bak, oraya gelicem. Belki bu da klişe, ama önemli bir eleştiri. Bu seçtiğin adamlar senin çıkarlarını ve fikirlerini mi temsil edecek, yoksa partisininkileri mi? Seni temsil edecekse partilere ne gerek var ki? Herkes başına buyruk nasılsa. Peki her zaman partisinin genel düşüncelerini temsil edecekse o zaman bu vekillere ne ihtiyacımız var? Parti yöneticileri alsın yanına istediği adamları, aldıkları oy oranı kadar söz hakları olsun. Meclise bile gerek olmadan 40-50 kişiyle yönetsinler ülkeyi. Düşününce bu dediğim iki senaryonun arasında bir yerlerde olması gerektiği çok belli değil mi? Yani vekiller hem bir yandan partilerinin fikirlerine sadık kalmaya çalışmalı, bir yandan da temsil ettiği vatandaşın çıkarlarını da korumak zorunda. Mesela iktidar partisi gül üreticilerini ciddi şekilde sıkıntıya sokacak bir düzenlemeye gitmeye kalkışırsa, o partinin Isparta vekili buna karşı çıkabilmeli. Ama partisiyle her konuda ters düşüyorsa o zaman da o partiden aday olmamalı heralde?

Peki sevgili günlük, öyle bir lider düşün ki, bütün vekilleri parmağında oynatıyor. Senede çıkarttığı bir ton yasa, ya da düzenleme var. Bunlarda da halkın çıkarlarını değil de, kendi iktidarını sağlamlaştırmayı hedef alıyor. Düşün ki, bu lider halkın bu ihanetten haberdar olmasını da yine elde ettiği güç sayesinde engelleyebiliyor. Halkın yönetime müdahale etmesine, demokrasinin olmazsa olmazı olan check and balance sistemlerine yer bile bırakmıyor. En son da seçim zamanı, tıpkı bizim hocanın yaptığı gibi, hadi lan beni övün bakalım diyor. Halk da, eli mecbur, elindeki tek büyük seçeneği işaretleyip geçiyor. Düşününce olmayacak şey değil öyle değil mi? Özellikle de geçmişe ve bugüne baktığımızda? Şimdi burada demokrasi nerede? Sen de fark ettiysen eğer, demokrasi burada tıpkı üniversite yemekhanelerinde etli fasulye yemeği içerisindeki et miktarı seviyesinde. İsminde var olduğunu biliyorsun ama bir türlü bulamıyorsun. Eser miktarda yani, eheheh.

Gördüğün gibi günlük. Demokrasi dediğin şeyi yakalamak o kadar kolay değil. Demokrasi zaten kolay ve efektif bir yönetim şekli olduğu konusunda fazla destek görmez hiç bir zaman. Demokrasi alabildiğine yavaş, ama diğer rejimlerle kıyaslandığında da alabildiğine adil ve güçlü bir rejimdir. Adildir çünkü herkesin bir şekilde bu sürece dahil olmasını hedefler. Yani Aysu Kayacı'nın kafasındakinin aksine, dağdaki çobanın da, şehirdeki tüccarın da, kıçı kırık mankenin de çıkarlarının ve düşüncelerinin eşit derecede yönetime etki etmesini sağlamak ister.  Güçlüdür, çünkü meşruiyetini halktan alır. Yani üç beş adamın "bize bu yetkiyi tanrı verdi olm" demesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bu yüzden Esad gibi, Saddam gibi, Hitler gibi adamlar bile göstermelik de olsa seçimler yapmışlardır.

İyi güzel de kardeşim, gerçekten böyle mi işliyor bu sistem. Hani dedik ya, herkesin çıkarlarının ve düşüncelerinin eşit temsil edilmesi diye... Öyle mi işliyor bu sistem gerçekten? Aslında Aysun hanım gibiler dağdaki çobanla oylarının aynı değerde olmasından rahatsız olacaklarına, bazı insanlarla oylarının eşit olmamasına içerlese daha mantıklı olur. Düşünsene sözlük, benim fikirlerimle ve çıkarlarımla Aydın Doğan'ın fikirleri ve düşünceleri eşit derecede mi etkiliyor acaba yönetimi? Ya da Fethullah Gülen'i düşün mesela. Ben tek başıma tek bir bireyim. Kimseyi etkileme gücüm yok. Belki annem, babam, amcam dayım filan. Üç beş arkadaşım. Benim tutup da Tayyip Erdoğan'la görüşüp ondan bir şeyler rica etme şansım yok. Diyelim ki bir ricada bulundum, karşılığında teklif edebileceğim fazla bir şey yok. Fethullah Gülen öyle mi mesela? Bir sözüyle yüz binlerce oy vaat edebilir başbakana ya da bir siyasetçiye. Aydın Doğan, tv kanalında olumlu haberler yapsa, ya da iktidarı kötü gösterecek bir haberi es geçse mesela, bunun iktidara ciddi katkısı olur. Bu sadece bizde mi böyle? Emin ol değil. Abd'de yapılan seçim araştırmalarında, insanların önemli bir kısmının -özellikle de kararsızların- Oprah Vinfriy, Corç Kluniy (artizlik olsun diye türkçe okunuşlarını yazdım) gibi ünlülerin fikirlerine bakarak oy kullandıkları ortaya konulmuş. O kaynağı bulabilirsem eklerim sonra. Ve bu adamlar bir yandan da şunu yapıyorlar mesela: http://www.haberturk.com/dunya/haber/741639-obamaya-para-yagiyor 

Abd'de kararsızların oyu oldukça belirleyici. Ve bu adamlar da kararsızların oylarında oldukça belirleyici. Düşünsene lan bizim ülkeyi kimin yöneteceğini Hülya Avşar'ın, Sezen Aksu'nun, Acun Ilıcalı'nın belirlediğini? Böyle demokrasi mi olur olm? O zaman Corç'u, Oprah'ı satın alan, ülkeyi de bir şekilde alır hacı dayı. Sen de demokrasi çoh güzel, siz de gelsenize diye Araplara çağrı yaparsın amk. Neresi demokrasi la bunun?

Diyeceğim o ki; demokrasinin ne kadar güzel bir yönetim olduğunu yazmadan önce,  demokrasinin nasıl bir yönetim olduğunu, demokrasinin ne kadarının mümkün olduğunu incelemek lazım günlük. Basit bir şey değil bu. Uyanık olmazsak, ki şu anda değiliz, bizi ne ara siktiklerini ruhumuz bile duymadan kucağımıza çocuğu tutuştururlar hacı, söyleyim sana. Hem kendi kendimizi yönetiyormuşuz gibi bir hisse kapılırken hem de ne olup ne bittiği hakkında hiç bir fikrimiz olmaz. Yani abisi tarafından eline boştaki kol verilip de oyunu kendisinin oynadığını zanneden küçük kardeş gibi aval aval ekrana bakarız, tıpkı şu anda olduğu gibi. Nasıl uyanık olucaz peki? Nasıl bozarız la bu oyunu? Onu da ilerleyen zamanlarda konuşuruz günlük.

Hadi şimdi yat zıbar... 

26 Nisan 2014 Cumartesi

İdolojiler

"Aman yavrum sen olaylara karışma tamam mı, uslu uslu okulunu bitir" diyeniniz oldu mu lan sizin de? İlla ki olmuştur amk. Ben var ya, bu cümleyi her duyduğumda o kadar nefret ettim ki bunu söyleyenlerden ve bu cümleden. Hele bundan kötüsü de şudur benim gözümde: "ben anlamıyorum bu gençler niye bi siyasi mesele yüzünden birbirlerine giriyorlar. Üniversite okumaya gitmiyor musunuz siz, ne işiniz var siyasetle?" İşte şunu bir türlü yediremedim kendime. Bunu söyleyen teyzelere, amcalara neler neler söylemek istedim de nefesim yetmedi anasını satayım.

Ama kurtuluşun yok benden hacı dayı. Şu an sırf senin kafandaki bir kaç kişinin gelip de bu yazıyı okuma ihtimalini düşünerek yazıyorum. Yani anlayacağın, ben senin bu yazıyı okuma ihtimalini sevdim be dayıcım. Gel otur şöyle, iki kelam edicez senle.

Daha geçen gün bir hocayla muhabbet ederken hocam şunu söyledi: "Ben karşıyım fakirlere yapılan yardımlara. Tamam çok muhtaç olana verilsin üç beş kuruş ama devlet benden vergisini alacak çatır çatır, benim paramla hiç çalışmamış bir ev kadınına sigorta yaptıracak. Sonra o kadın da gidip bedavaya muayene olacak. Yok öyle yağma."

Ne diyecez bu adama hacı dayı? Neyi paylaşamıyorsunuz diyordun ya hani... Siz okulunuza bakın sadece diyordunuz ya... Şimdi cevap verilmeyecek mi bu adama? Tartışmayacak mıyız hiç bir şeyi? Siyaseti bir kenara bırakıp mal gibi, inek gibi okulumuzu mu okuyacaz? Bir deyiversene bana, içinde yaşadığımız düzeni sorgulamayacaksak, bizi ayakta uyutanlardan hesap sormayacaksak biz ne skime okuyoruz bunca sene?

Yok dayı yok. Sen yanlış biliyorsun. Sen kayıp bir neslin temsilcisisin hacı dayı, hacı teyze. Siz darbe döneminin çocuklarısınız. Size göre siyaset gereksiz ve zararlı bir uğraş. Size sadece boyun eğmeyi öğretmişler. Cuntacıların anayasasına "evet" demeyi öğrenmişsiniz sadece. Şimdi de gece yarılarına kadar saçma salak dizileri izleyerek, işe giderek, işten gelip yemeğinizi yeyip tekrar tvnin başına geçerek ömür tüketiyorsunuz. Sizin için siyaset sadece seçim zamanı, o da futbol fanatizmine benzer bir fanatizmle konuşulması gereken bir konu sadece. O yüzden çocuklarınızın da tıpkı sizler gibi olmasını istiyorsunuz. Siz de istiyorsunuz ki çocuğunuz gitsin tıp okusun, mühendislik okusun. Sonra da işini eline alsın, gül gibi geçinsin gitsin. Fazla derinini düşünmesin hiç bir şeyin. "Her şeyden biraz bileceğine, bir şeyi tam bilsin" diye nasihat bile verirsin sen şimdi çocuğuna? haksız mıyım? Neyse ona dönecem sonra.

Şimdi isterseniz biraz önce bahsettiğim hocaya dönelim biraz. Bu adam "liberalizm" dediğimiz ideolojinin tipik savunucularından birisidir. Biliyorum, en çok duyduğunuz ama en az bildiğiniz ideolojilerden birisidir liberalizm. Hatta tvde falan duyduğunuz zaman etrafınıza sormuşsunuzdur belki liberalizm nedir yav diye de cevap alamamışsınızdır muhtemelen. Belki birisi de "yav yok mu şu özgürlük yanlısı liboşlar, onlar işte" diye sığ bir cevap vermiştir.

Basit şekilde özetliycem sana hacı dayı. Liberaller, serbest piyasayı savunan, serbest piyasa için demokrasinin de önemine dikkat çeken bir gruptur. Bunlara göre devlet elini eteğini çekmeli, elinin hamuruyla erkek işine karışmamalıdır. Ota boka vergi koymamalı, vatandaşın ne giydiğine ne içtiğine neye inandığına karışmamalıdır. Bırak ne yaparsa yapsın vatandaş der bu liberaller. Ne kadan da güsel değil mi?

Ama herkes için öyle değil işte be dayı. O kadar basit olsa herkes aynı ideolojinin çatısı altında birleşmez miydi? İşte buradaki sıkıntının temelinde de bizim hocanın söylediği söz var: "parası yoksa hastaneye gitmesin amk" mantığı. Tabi bunu sadece en hardcore liberaller söyler, ama her liberal bu konuda biraz da olsa hassastır. Yani onlara göre devlet bu "doğal" sürece pek fazla karışmamalıdır. Öyle herkese yardım yapılmaz. Fakirse fakirliğini bilsin derler. Devlet benim paramla dilencilerin karnını doyurmasın derler.

Peki nedir bu doğal süreç, hiç düşündün mü? Serbest piyasanın diğer adı kapitalizmdir. Hani şu komünist kız öğrencilerin polisler tarafından yaka paça götürülürken cırtlak sesleriyle "kahrolsun kapitalizm" diye bağırırken bahsettikleri kapitalizm. Biliyorum, komünizme bir gıcıklığın var. Sana burada komünizm propagandası da yapmıycam merak etme. Derdim o değil. Ama kapitalizm komünizmin zıttıdır diye düşünerek sakın ola ki bu sistemi matah bir şey zannetme olur mu? Değil çünkü. Yani eğer zengin birisiysen evet, belki. Ama ekmeğinin peşinde sabahtan akşama kadar hamal gibi çalışırken çocuğuna spor ayakkabısı alamadığı için utanan, üzülen bir babaysan; elin oğlu bedelli askerlik yapıp yırtarken kendi oğlunu 19 yaşında hakkari çukurcaya asker olarak uğurlayan bir anneysen, işte o zaman küfürlerini esirgememen gereken bir sistemdir kapitalizm.

İşte şimdi biraz olsun anladın mı ne demek istediğimi? Biraz olsun anladın mı neden üniversite okuyan gençlerin bok varmış gibi her şeye isyan edip aralarında kavga çıkardıklarını? Anladın mı siyasetin neden önemli olduğunu? Daha dur, şov daha yeni başlıyor.

Hani o hocam demişti ya, fakirlere yardım yapıyoruz diye ekonominin içine ediyorlar diye. işte o adamın derdi bu. Hesabındaki milyon dolarların bir gıdım eksilmesinden korkuyorlar bu insanlar. Kendilerince haklılar da. Öyle ya, para onların parası. Devlet kim oluyor da onların parasını çalıp, robin hood misali çalışmayan, tembel, kafası çalışmayan fakirlere dağıtıyor bu parayı?

Hocam, şimdi de sözüm sana. İyi oku burayı. "Benim param" diyorsun ya. Senin hesabındaki bol sıfırlı paraların batsın e mi? Hakkın  hukukun batsın e mi? hani en başta anlatmıştım ya liberalizm nedir diye. Bir şeyi buraya saklamıştım. Liberallerin bir özelliği de devleti "necessary evil" olarak görmeleridir. Yani gerekli kötülük. Devlet gereklidir ama kötüdür de. Kötüdür çünkü vergi alır, topluma müdahale eder, ekonomiye müdahale eder. Sistemin doğal işleyişine etki eder. Ama gereklidir de, çünkü o olmasa bir avuç zengini milyonlarca fakirden kim koruyabilir? Düşünsenize sizin yüzde doksanınızın kıçını yırtsa ömründe  göremeyeceği paraları bir avuç insan  bir günde kazanabiliyor. Devlet olmasa, böylesine büyük bir haksızlık nasıl sürdürülebilir?

İşte sevgili hocam. Sen bazı şeyleri kendi hakkın olarak görebilirsin. Belki de sen haklısındır. Belki de sırf şanslı birisi olarak, zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğin için sabahtan akşama kadar çalışıp didinen ve buna rağmen kıt kanaat geçinen insanlardan çok daha güzel bir hayat yaşamayı hak ediyorsundur. Kim bilir, belki de yine sırf bu yüzden sen 20-30 bin tl para bulup askerden yırtabilirken, öteki adamın çocuğu hakkari'de bir çatışmada şehit olmayı hak ediyordur. Belki sen haklısındır, bu insanlar için devlete vergi ödememekte. Devletin bu insanlara "bedavadan" sigorta yapmasını, onları koruyup kollamasını eleştirmekte. Ama sıkıyorsa bunu o insanların yüzüne de söylesene? Açık açık fikirlerini deklare etsene? Biz hem zengin olduğumuz için çok ufak bir azınlık olarak büyük bir çoğunluğun emeğini, iş gücünü sömürmeye devam etmek istiyoruz; hem de onlar için ufacık feragatlarda bile bulunmak istemiyoruz diye? Ama yemez değil mi? İşte devlet de bunun için var zaten. Siz bu sistemin içinde şanslı bir azınlık olarak var olmaya devam ederken büyük bir kitle açlıktan midesi guruldayarak uyumaya çalışsın ve buna rağmen siz "acaba birisi malıma mülküme zarar verebilir mi?" diye huzursuzlanmayasınız diye var devlet. Bunu sen de biliyorsun bal gibi.

Sevgili hacı dayı. Bir nebze olsun anlayabiliyor musun şimdi neler döndüğünü hayatta? Sen okuluna odaklan, diyebileceğin kadar basit olmadığını görüyorsun değil mi? Şunu izle: http://www.youtube.com/watch?v=ksJRPGBN_rY

İzledin mi? Güzel. Bu amca kimdir, nedir bilmiyorum. Düzmece bir video olup olmadığını da bilmiyorum. Ama fark ettin mi üç kuruşa muhtaç adamdaki asaleti, olgunluğu?

Söylesene hacı dayı. Şimdi ben bütün onurumu, insanlık gururumu, insani hislerimi bir kenara bırakayım, aklımı ve mantığımı bir kenara bırakayım ve sadece derslerime odaklanayım öyle mi? Onca sene okuyayım, normalde liseyi bile bitiremeyecek bir zengin züppenin işinde, ona kazandırdığım paranın onda biri, belki yüzde biri, belki binde biri karşılığı çalışayım öyle mi? sonra da o adam senin için lütfedip üç kuruş vergi öderken "ben niye ödüyorum bu asalakların borcunu?" dediği zaman "haklısın patron" deyip kuyruğumu bacaklarımın arasına kıstırayım öyle mi? Kusura bakma be dayı. Ben beceremiyorum işte onu.

Son söz, evet biliyorum ki her zengin yukarıda saydığım gibi olacak diye bir şey yok. Bu yazıyı bütün zenginler hain, alçak ve şerefsiz insanlardır diye anlayacak olanlara da kafam girsin. Haydi kalın sağlıcakla!

Tanışma Toplantısı

Selam internette takılırken yolunu kaybedip buraya gelen kardeşim. Kaç kişi gelir de okur burada yazacaklarımı bilmiyorum. Bakarsınız şansımız yaver gider de çok sayıda insanla burada fikir alış verişi yaparız ne dersin?

Ama ister pek çok kişiye ulaşsın burada yazdıklarım, isterse de hiç kimse tenezzül edip okumasın; ben yine de yazmaya devam edicem hacı. Okuyup okumamak da sana kalmış.

Şimdi istersen kendimi tanıtayım biraz. Karlı bir şubat ayının ikinci gününde dünyaya getirmiş beni annem. Babam beni ilk kucağına aldığında... Şaka lan şaka eheheh. Sanki önemli bir şahsiyetmişim gibi bütün hayatımı anlatmıycam korkma. Sadece burada uzun uzun bir şeyler yazma sebebimi açıklayacak kadar giricem konuya.

Blogun isminden de kestirebileceğin gibi siyaset okuyan bir adamım. Elektronik mühendisliğini bırakıp geldim buraya, öyle de psikopat bir dangalağım yani. Orada burada, farklı nikneymlerle yazılar yazıyorum bol bol. gece 3'te uyku tutmayınca bile açar bir şeyler yazarım, okurum falan. Yazmak güzel bir şey panpa. İnsan kafasındakileri belli bir düzene sokuşturarak anlatmasını öğreniyor. Meramını düzgün bir şekilde ifade edebilmeyi öğreniyor. Benim için de bu çok önemli. İşte beni sürekli bir şeyler yazmaya iten sebep de budur. başka sebepler de var tabi.

Neyse kendim hakkında bu kadar laga luga yeter bence. Gelelim derdime. Derdim çok basit aslında. Burada bir şeyler yazarak fikirleri paylaşmak, herhangi bir konuda benim gibi düşünenler varsa onlara yalnız olmadıklarını hissettirebilmek. Farklı düşünenlerle fikir alış verişi yapmak. Düşünmek, düşündürmek. Siyaset ağırlıklı yazmam gayet doğal olacaktır amma velakin başka konularda da yazmayı planlıyorum. Yeri gelir film eleştirisi yaparız, yeri gelir kahve muhabbeti çeviririz, hatta isterseniz okey bile atarız anasını satayım.

Bu kadar tanışma yeter değil mi? O halde yavaştan başlayalım muhabbet çevirmeye...